kaybederim seni diye, demiştim ona...
aklında yaşadığın onca hayat sonrası, kültablasında uyuya kalabilecek kadar sersemlemiş gözlerin de, o parlıyor.
kaybederim seni diye, demiştim ona...
iki satır sonrasını bilmeden yazıyordum. kitap okumuyordum ve bu, hissizlik olarak nitelendiriliyordu. göreceli kavramlardan uzak, yalnız bir yaşam sürer gibi onu da istiyordum. yalnızca onu. hemen parmaklarımın arasında. sigaradan daha yakın, şarkılardan daha var gibi girmesi kulağımdan...
günün bir sonbaharında araba kullanıyordum. otobandaydım ve önüme sen çıktın. kışı hiç bu kadar erken beklemiyordum. dondum. dudaklarının ardından süzüldüm gittim, gittim biraz daha.. ve kasıklarına geldiğimde sen, kıştın ve baharları sevmiyordun. ben sonundaydım...
adını hatırlayamadığım güzel ve endişeli bir yoldun. üstünden bir ben geçmeliydim. sessizce.
kaybederim seni diye, demiştim ona...
bazen değil, çoğu zaman gerçekten yetmiyor ölmüş ama diri gibi duran, yalnızca halsiz kalmış, gün içine çıkmamış hayallerini bıçaklamaya. hepimiz birer katildik bazı şeylerin sonlarına diye gelip başlangıçlarımızda. ve bazen de fazlasıyla yutardık hem kendimizin, hem başkalarının tükürdüklerini. buna bir dur dedim, gel benimle dedim. bir mevsim de sen ol. sonra ilkbahar la yazı sen de arıyayım dedim. kışlar zaten bizimdi. sonbaharda sana rastlamıştım. birden gözlerimde belirdin ve içten dışa doğru bir ezilmelik kazalar oldu. kasıklarına vardığımda kıştın. dudakların yanıyordu...
güneşin anlında sigara içiyorduk. aynı sigarayı beraber paylaşıyorduk. güneşin bize eşlik etmesi büyük bir onurdu. içtik, içtik.. tekrar içtik ve bize bir soru sordu. hangi yüzyıldaydık? ya heptik. ya hiç. bunun bilmek, dünyaların yetmeyeceği bir değerdi. söylemediler... sen düştün. ben de arka plan da siyah fon adlı şablonda asılı kaldım. sigaram güneşte kaldı. geldiğinde alacaktık beraber. kirpiklerinde umut yakalıyordum. farkında olmadan yastığının altına koyuyordum ve sen, beni ve umutlarını özlüyordun. geçmişte kalmış geçirilmiş düşsülerin sırası değildi. biz birbirimizi seviyorduk. ama şehirler değil.
kaybederim seni diye, demiştim ona...
uzun uzun satırlardan düşe düşe onca imlalar senin olsa da, tek bir noktalamama takmıştın. sonbahardı, arabaya bindim. sigara elimdeydi, güneşi kaybetmiştik. sokak lambalarında hep bir ölü, sarkıyordu. camımı yarıladım, gözlerimde bir şey oldu. ovuşturdum...
kaybederim seni diye, demiştim ona...
iki satır sonrasını bilmeden yazıyordum. kitap okumuyordum ve bu, hissizlik olarak nitelendiriliyordu. göreceli kavramlardan uzak, yalnız bir yaşam sürer gibi onu da istiyordum. yalnızca onu. hemen parmaklarımın arasında. sigaradan daha yakın, şarkılardan daha var gibi girmesi kulağımdan...
günün bir sonbaharında araba kullanıyordum. otobandaydım ve önüme sen çıktın. kışı hiç bu kadar erken beklemiyordum. dondum. dudaklarının ardından süzüldüm gittim, gittim biraz daha.. ve kasıklarına geldiğimde sen, kıştın ve baharları sevmiyordun. ben sonundaydım...
adını hatırlayamadığım güzel ve endişeli bir yoldun. üstünden bir ben geçmeliydim. sessizce.
kaybederim seni diye, demiştim ona...
bazen değil, çoğu zaman gerçekten yetmiyor ölmüş ama diri gibi duran, yalnızca halsiz kalmış, gün içine çıkmamış hayallerini bıçaklamaya. hepimiz birer katildik bazı şeylerin sonlarına diye gelip başlangıçlarımızda. ve bazen de fazlasıyla yutardık hem kendimizin, hem başkalarının tükürdüklerini. buna bir dur dedim, gel benimle dedim. bir mevsim de sen ol. sonra ilkbahar la yazı sen de arıyayım dedim. kışlar zaten bizimdi. sonbaharda sana rastlamıştım. birden gözlerimde belirdin ve içten dışa doğru bir ezilmelik kazalar oldu. kasıklarına vardığımda kıştın. dudakların yanıyordu...
güneşin anlında sigara içiyorduk. aynı sigarayı beraber paylaşıyorduk. güneşin bize eşlik etmesi büyük bir onurdu. içtik, içtik.. tekrar içtik ve bize bir soru sordu. hangi yüzyıldaydık? ya heptik. ya hiç. bunun bilmek, dünyaların yetmeyeceği bir değerdi. söylemediler... sen düştün. ben de arka plan da siyah fon adlı şablonda asılı kaldım. sigaram güneşte kaldı. geldiğinde alacaktık beraber. kirpiklerinde umut yakalıyordum. farkında olmadan yastığının altına koyuyordum ve sen, beni ve umutlarını özlüyordun. geçmişte kalmış geçirilmiş düşsülerin sırası değildi. biz birbirimizi seviyorduk. ama şehirler değil.
kaybederim seni diye, demiştim ona...
uzun uzun satırlardan düşe düşe onca imlalar senin olsa da, tek bir noktalamama takmıştın. sonbahardı, arabaya bindim. sigara elimdeydi, güneşi kaybetmiştik. sokak lambalarında hep bir ölü, sarkıyordu. camımı yarıladım, gözlerimde bir şey oldu. ovuşturdum...
Yorumlar