Kayıtlar

Ekim, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Aç gözlerini Eliza

ölümden öte bir şey bu aç gözlerini yoksa olmamışlıklara yüzerim. öyle bir şey ki caddelerin adı yok haysiyetsiz gözlerin ben diye hitap ettiği misal diye demiyorum ölümden öte bir şey bu aç gözlerini Eliza kalpten bir uçurum diye yasakladıkları şeydin sen bana tanrıların gözleri kapalı senin gözlerin kapalı misal diye mi diyorsun aç gözlerini Eliza son kez diyorum.

kaybederim seni diye, demiştim ona...

aklında yaşadığın onca hayat sonrası, kültablasında uyuya kalabilecek kadar sersemlemiş gözlerin de, o parlıyor. kaybederim seni diye, demiştim ona... iki satır sonrasını bilmeden yazıyordum. kitap okumuyordum ve bu, hissizlik olarak nitelendiriliyordu. göreceli kavramlardan uzak, yalnız bir yaşam sürer gibi onu da istiyordum. yalnızca onu. hemen parmaklarımın arasında. sigaradan daha yakın, şarkılardan daha var gibi girmesi kulağımdan... günün bir sonbaharında araba kullanıyordum. otobandaydım ve önüme sen çıktın. kışı hiç bu kadar erken beklemiyordum. dondum. dudaklarının ardından süzüldüm gittim, gittim biraz daha.. ve kasıklarına geldiğimde sen, kıştın ve baharları sevmiyordun. ben sonundaydım... adını hatırlayamadığım güzel ve endişeli bir yoldun. üstünden bir ben geçmeliydim. sessizce. kaybederim seni diye, demiştim ona... bazen değil, çoğu zaman gerçekten yetmiyor ölmüş ama diri gibi duran, yalnızca halsiz kalmış, gün içine çıkmamış hayallerini bıçaklamaya. hepimiz birer katildi

Burda bir olay oldu, sandığımız gibi değil

yine bir kadın ve kovalar dolusu kan, yeni bir kadın ve yanında baygın bir adam. mevsimlerden; ilkbahar yaz, sonbahar kış. bir çin filminin kış senaryosunda koşarken görüyorum seni, gözyaşların kirpiklerinde donmuş. sonbaharda bir olay oldu, sandığımız gibi değil... eli kanda, mevsimlerden mevsim beğenecek, karanlık bir odada o kadın. dili kesilmiş, ilkbaharda yaşadığı son aşkı anımsıyor yeni kadın. kana tutulan adam 4 yıl önce ölmüştü. bir trafik kazasında sokak lambasının direğinden geçerken görmüştü onu karanlık bir odada olan o kadın. ilkbahar hiç bu kadar sersemleştirici unsurlar içermemişti mevsimlerde bir olay oldu, sandığımız gibi değil... bir yarasanın günlüğü kadar karanlık ve dişlek bir gecenin dişi çekilecek! bir çin filminin mevsimlerden ilkbahar yaz, sonbahar kış senaryosunda gözyaşlarında donmuş, 4 yıldır ak diye beklediği bir rüzgar dili kesik kadın onu örttü, sakladı. aynı kadın, onu diğer kadının gözünde 4 yıllık bir mevsim yaptı. burda bir olay oldu, sandığımız gibi

duraklamalardan önce

leonardo nun gömleği eliza nın içeceği senin burnun benim parmaklarım of halsizlikten sönmüş beddualar eğrilmiş sokak lambalarında geç kalınmış bir otobüsün durağı.. hayatın sırları iniyor elizanın içeceğine kokluyorsun burnunla onu kanatlanıp uçuyorken tutuyorum seni leonardo nun gömleği yanıyor... beddualar dua oluyor. ve otobüs halen kayıp yanıyor leonardo da eliza ayakta senin burnun benim ağızımda ve tutuyorum durağı dualar beddua oluyor...

SonuçtaYağmur

en yakın oldukları anı 0.02 santim olması değiştirmedi ve 73 saat sonra aşık olması da yetmedi, güneşi gözleyen mumun tırnak ucu gölgesinde ki sineğe yumruk atmasına.. üç ay gelebilirdi ve sonra gidebilirdi. konu o değil. o gece de yağmur yağmayışı bir seni üzebilirdi ve bil ki yağışlı bir hava olsaydı da onun şemsiyesi mutlaka vardı. bu gece yağmur yağabilir göz bebeklerimde biriken tomurcuklar damla olup süzülebilir ve bir sele kapılıp düzülebilir.

Tribülasyon Yolcusu

Yağmur yağıyor... Sıraya dizilmiş, geçsin diye beklediğimiz saniyeler kadar sarı, şu ilkbahar ile karışmış sonbahar gülüşün. Göz bebeklerine tutunan damlacıklar kadar ağlak, ağır bir şiir gibi kalıyorum gölgende. Her adımında biraz daha mavi, biraz daha koyu yeryüzü... Ve yağmur yağıyor... Buluşlarımızın perde arkasında kalmış kılıflarını bulmasalardı, özgürce öpebilecektim seni. Üstümden ne çeşit renkte bulutlar geçerse geçsin diyecektim, ve sevecektim seni, sonsuz der gibi... Yok gibi sevecektim. Ve şimdi biraz daha siyah, biraz daha korkak gibi yeryüzü... Sonra duraklıyor yağmur... Bir sayfasını daha çevirmiştik yarım kalmış, ölmeden hortlamış, yastık kadar uykutucu hayatımızın. Sadece bir gün içinde yıllarımızı süpürüyorlardı. Anladık artık gecelerin gündüze hep aynı şekilde gebe kalmasından. Aynı izlerimizi, aynada ki ayrılıklarımızla bir daha karşılaşmak, yine yüzsüz gibi sevmek zorluyor beni. Bilmemne kafalarının durulmayan yolculuklarından bize neydi ki? Sayfalarca tükenmiş bi